Friday, January 29, 2010

Burcu's Globe


Geçen hafta anneme bir globe istediğimi belirttim. Küçükken mükemmel bir tane vardı. Durumundan bir haberim yok, ya annem vermiştir birilerine ya da ben gereken değeri ve önemi vermediğim için evden kaçmıştır. Annemden şüpheleniyorum çünkü belirli bir süre geçen her şeyi verir. Mükemmel derken gerçekten mükemmeldi. Işık özelliği vardı, sınırlar ayrı bir ışıkla belirliydi ve ülkelere göre renkli ışık veriyordu. Ahhh... gitti güzelim dünyam.

Anneme söylememin nedeni çok yoğun çalışıyorum vaktim yok=) annem sanki çok az çalışıyormuş gibi. Gerçek şu ki annem bir şeyi alacaksa en güzelini alır. Paraya bakmaz ve gerçekten güzel ise alır. Ben yok çok pahalı yok onun busu var değmez, indirime girsin önce falan filan derken sonunda hiç bir şey alamam. Babama benzemişim galiba. Zaten üstüme giydiğim bir çok kıyafet anneme almıştır. Ankara’dan bana postalıyor. “Anne, böyle şöyle bir şey istiyorum. Bulabilir misin?” Mutlaka bulur üstüne bir şeyler ekleyerek.
İş masama koymak için bir globe almam şart, hayallerimi unutmamak için. Her gün o masama oturduğumda dünyada görmemiş olduğum tonlarca yer olduğunu her gün hatırlamak için.

Documents


Ben bu blog’umu neden oluşturduğumu sabah sabah hatırlamaya çalışıyordum ki buldum. Sadece günlük amaçlı. Arkama dönüp baktığımda ne düşünmüşüm, ne yapmışım, ne yapmak istemişim v.s.. Aklımdakileri dosyalama mantığı. Zamanı durduramıyorum. Akıp gidiyor. Birilerinin buna dur demesi lazım. Şimdilik bununla ilgilendiğim için mutluyum. İyi ki oluşturmuşum “Burcu’s word” Karalamaya devam...

Thursday, January 28, 2010

Let us make one point

Bugün çok sevgili teyzem İstanbul’a geliyor. Kendisine sevgim ve saygım sonsuzdur. Hayatta duruşu olan, üreten, iyi insanları hep çok sevdim.
Bütün haftasonumu ona adamayı planlamaktayım. İş güç anlamam, teyzemi zaten zar zor görüyorum. Hayatımda teyzem gibi bir insan olması bana hep güven veriyor ve kendimi şanslı hissediyorum. Böyle bir insanı tanımak bir ayrıcalık. Kesin bu yazımı okusa bana çok kızardı.

"Family isnot about whose blood you have. It's about who you care about." South Park, 1998


A Woman's Right To Shoes - Sex and the City,2003

İki gün önce bir ayakkabıya odaklandım. Almam lazımdı. Artık böyle bir ayakkabının benim olması şarttı. Biraz oradan biraz buradan bakınarak ayakkabının nereden alabileceğimi buldum. Ankara –İstanbul mağazalarından bir tanesinde mutlaka olmalıydı. Ankara’da bulursam annemi yönlendirecektim. İstanbul’da bulursam ben gidip alacaktım. Bir Ankara bir İstanbul şeklinde tel numaramı çıkarttım. Diyorlar “bulamazsınız bitti”. 100% düşünce gücü, secret gibi kitapları okumuş ben bulabileceğime inanıyordum.


Son numara...telefon çalar;

-36numara bu şu model ayakkabınız var mı?

-Aa malesef kalmadı o numaradan!

-Nasıl yani ben secret kitabını okumuştum (hiç sevmemiştim o ayrı) olmazsı lazım. 37si var mı?

-Biz bir bakalım...

-Bakın bakalım, iyi bakın ama..depoları falan da araştırın.

-Burcu hanım merhaba, son bir tane 37 numara kalmış!

-AAAA...hemen ayırtın. Bu arada orası neresi=)

-Capitol


Orası neresi yahu? Neyse sora sora Bağdat bulunurmuş, işten makul bir saatte çıkarak servis ile ulaşmam gereken yere vardım. Ayakkabıyı denedim bir miktar büyük ama aldım; benim boyutlarımda birisi için 37 numara kötü durmaz. (bir numaradan bir şey olmaz diye kendimi avutarak ayakkabımı aldım)

Tuesday, January 26, 2010

Alexander McQueen v.s Waldo



Can you make out the model? Alexander McQueen 2010 yaz reklemı...

Çocukluğumda çok severdim Waldo’yu. (a.k.a gezgin veli) Alexander McQueen Spring Collection Full of Snakes reklamı bana Waldo’yu hatırlattı.
Hadi bakalım Waldo bulabilecek misiniz;


Monday, January 25, 2010

Kar Tatili




Sonunda İstanbul’a kar yağdı. İstanbul’dan bu kadarını ummuyordum,beni şaşırttı. Ankara’da doğmuş ve büyümüş olmaktan dolayı bu kadar kar bana bir süre yeter. Yine de Ankara’daki kış keyfi başkaydı. Sabah uyandığım zaman her taraf bembeyaz olurdu. Mükemmel bir manzaramız vardı. Her taraf o kadar güzel olurdu ki bırakın kar topu savaşı yapmayı kıyamazdım karın üstünde gezmeye. El değmiş belirli kar lokasyonlarını gözüme kestirerek kar topumu orada oynardım.

Sıcacık evimde güzel bir boza ya da salep yanında bir film ya da kitap ve dışarıda mükemmel bembeyaz bir manzara...Çok şey mi istiyorum acep?

Thursday, January 21, 2010

It's Complicated

Meryl Streep, Julie & Julia filmi ile Golden Globe En iyi Kadın Oyuncu (Musical or Comedy) dalında ödülü aldı. Dediğim gibi “Meryl Streep oyunculuğu yine konuşuyor...”





Meryl Streep devam edersek yine Golden Globe aday filmlerinden birini “It's Complicated” izleme fırsatı buldum bir kaç gün önce. 5 martta Türkiye’de gösterime girecek. Güzel bir aile filmi ve Meryl Streep hayranlığım günden güne artıyor. Profesyonel olarak mükemmel kurabiyeler pastalar yapmasını bilen Jane (Meryl Streep) boşanmış üç çocuk annesi. Filmi izleyin, güzel vakit geçirmek, dinlenmek isteyenlere tavsiye ederim. Umut dolu bir film. Yüzünüzde kesinlik bir gülümseme oluşacaktır:) garanti verilir!

Tuesday, January 19, 2010

Özgürce Sorgulamak


Hayatta bazen insan sorgulamalı. Kendini sorgulamalı, etrafındakileri sorgulamalı, onu sorgulamalı bunu şunu sorgulamalı... En çok da yaptığı işleri sorgulamalı.
Sorgularım, bazen o kadar çok sorgularım ki işin içinden çıkamam. Olduğu yerden memnun olup olmaması önemli değildir, bir şeyleri değiştirebilmek için aksiyona geçilmeli. Bu aralar hiç bir şeyi sorgulayamaz oldum, durumumdan mutlu olup olmadığımı bile soramadım kendime. Bir şeyler yapmam lazım. Kendimi mutlu hissettirecek bir şeyler yapmam lazım.
Biraz silkinip kendime gelmem lazım. Ben olmam lazım.

Ayrıca eklemek istediğim bir şey daha var. Özgür olmak lazım, özgürlüğünün elinden alınmasına izin vermemek lazım, kendin olmaya devam etmek lazım. Hayata karşı duruşu olmalı insanın. Karşındakini de özgür bırakmak lazım, değiştirmeye çalışmamak lazım. Özgürce yaşanılmaya başladığı zaman sevgi oluşur.

Monday, January 18, 2010

Botulism

*Yeni yemek yediyseniz ya da yemeği planlıyorsanız bu yazıyı okumayın!

Haftasonu yine bol bol film izledim desem bu sefer bana gelen kızgın mailler artacak. Şaka bir yana bu hafta sonu çoğunlukla yatakta geçirdim. Yediğim bir şeyler midemi bozarak yataklara düşmeme neden oldu. Zehirlenme nedenim büyük ihtimalle risotto formaggi adı altında peynirli pişmemiş pirinçti. Zaten kusarken de çok zorlandım pişmemiş pirinci çıkarabilmek için. Kendimi maalesef durduramadım ve olup olmadık yerlere kustum. En komik kusulabilecek yerler yarışmasında kesin üst sıralarda yer alırım. Canımın içi aysenime sorsanız bu konu da anlatacak çok şey bulur. Avrupa da trende yolculuk yaparken koltuk yanında yer alan minik çöp çekmecesini çekerek kusmuşluğum bile vardır. Mecburen vagon ve koltuk değiştirmek zorunda kalmıştık.

Olay zamanı Cumartesi sabahı, olay yeri bitanecik çok sevgili apartmanımın asansörü. Biliyorum asansörümüzde kamera olduğunu. Yapabileceğim bir şey yok... Olan oldu her taraf berbat halde:( çok utandım.
Olay yeri bir arkadaşımın arabası, çok utanıyorum ama bu ilk araba değil benim mahvettiğim. Torba yakaladım arabanın arkasında ama saniyelerle yarışıyorum maalesef ve yetişemiyorum... Mahvettiğim araba sahipleri; oto yıkama ücret faturasını bana yollayabilirsiniz.

Her şey bir yana o kadar çok uyudum ki bu sabah hiç kalkmak istemedim. Sıcacık evimde uzuuuun uykuya ihtiyacım varmış, ohhh beee.

Thursday, January 14, 2010

Julie & Julia

Dün yine ağzıma layık bir film izledim. Tesadüfen internette gezinirken rastladım. Dünya şekeri bir film. İnsana yaşama sevinci veriyor. “Julie & Julia” Filmin içine girdim. İki ana karakterle birlikte Paris’de gezindim, Queen’de mutfak alışverişi yaptım ve en önemlisi onlarla birlikte yemek yapıp ve blog oluşturdum.

Başrollerini Meryl Streep ve Amy Adams paylaşıyorlar. İç içe geçmiş gerçek iki hayat hikayesi.

Julia Child (Meryl Streep) karakteri gerçekten de bir yemek kitabı olan ve televizyonlarda yemek programları yapmış bir yemek yazarı. En önemlisi de Amerikalılara Fransız mutfağını tanıtmış Emmy ödülü kitap yazarı. Kocasının iş seyahati için Paris ziyareti sırasında Cordon Bleu giderek kendini keşfeder. Filmin devamını izleyin. (1950lerde geçiyor)

Julie (Amy Adams) ise işinden artık her hangi bir tatmin alamayan NY yaşayan, kocasını ve yemek yapmasını çok seven bir kadın. Julia Child hayat hikayesini örnek alarak kendisine bir blog oluşturuyor ve 524 Julia’nın yemek tarifini 365 günde yaparak, tadarak ve yazarak kendisine bir hedef koyar. Filmin bundan sonrasını izleyin. (2002lerde geçiyor)

Ayrıca festival keyfimi belirtmeden edemeyeceğim 4.Rome Festivali Kapanış Filmi. Meryl Streep oyunculuğu yine konuşuyor.


Bu kitabı benim acilen edinmem lazım;

Tuesday, January 12, 2010

Erzincan'a Asker Ziyareti Hikayem

İkinci konuk yazarım Ezgim. Burada anlattığı macerasını bu şekilde eğlenerek bana anlatmamıştı. Hatta kendileri rüyalarıma girerek uykumu rezil etmiştir. İş hayatını Ankara’da devam eden nadir insanlardan biridir. Ezgicim gel artık İstanbul’a...


Erzincan’a asker ziyareti nasıl olur?

Bu yazıyı beni sabırla dinleyen canım cicim lolişim Burcuma ve Pinpunuma ithafen yazıyorum…

Eğer sevgiliniz, nişanlınız, sözlünüz vs gibi birine asker ziyaretine gidiyorsanız ve bu özellikle Türkiye’nin doğu kısmındaysa sizi çeşitli zorluklar beklemektedir. Ama ulaşımı zor bir yer olmasından çok bu kişinin ailesiyle gidiyorsanız vay sizi bekleyenlere...
Gerçekten ama gerçekten sevgilinizi inanılmaz özlemiş bir durumda oluyorsunuz.
Oraya gitmeden önce onun için Türkiye’nin en uç noktasına bile giderim sözleriyle başladığınız asker bekleme maceranızın sanırım ilk ve en zorlayıcı aşaması bu “aile ile ziyaret” kısmı oluyor.
Buradan bütün bekar zavallı biz gelin adaylarını uyarıyorum. Erkek arkadaşınızla evlenmeyi düşünür derecede bir ilişkiniz varsa lütfen ama lütfen evlenin ve öyle askere gönderin!!!

Eğer benim gibi yaparsanız başınıza aşağıdakilerin gelmesi çok olasıdır:

1) Deli gibi çalışır tempoda bir işiniz varsa izin alamazsınız ve izin almak için amirinize erkek arkadaşım askerde onu görmeye gideceğim derseniz hava gazı maden suyu alırsızınız; çünkü toplum için sizin onun illaki kocanız olması gereklidir.

2) Bütün bunlara rağmen bir yolunu bulup yollara koyulmak(hakikaten çok ama çok kıt koşullarda gidilen bir yer ise özellikle, kastım günde sadece bir kere uçak varsa) üzere hazırlık yaptığınız esnada erkek arkadaşınızdan senin yaptığın fedakarlık değil sözüyle hazırlık yapmaya askerlik psikolojisi herhalde diye kendinizi avutarak devam edersiniz.

3) İşin içinde biliyorsunuz ki bir de karşı cenabın aile faktörü vardır. Bu yüzden gittiğiniz otelde tek başına bir odada kalmayı göze almalısınız. (3+1 salon --> Anne, Baba, Asker olan erkek arkadaş ve DIŞ KAPININ MANDALI yani siz :)

4) Arkadaşınızın ailesi klasik bir Türk ailesi ise otelin lobisinde kuru bir muhabbet ve gittiğiniz şehirde yediğiniz bir kebapla asker ziyaretini tamamlarsınız; çünkü sizin bunca zamandır konuşacak hiçbir şeyiniz yoktur ya!!! Sevgilinizi saat 21.00 sularında bir genç kızı evine bırakma seremonisi gibi odasına uğurlarsınız.

5) Böylelikle 750 km yolu bir otel odasında 13 saat yalnız geçirmek üzere almış olursunuz.

Benim asker görme maceram erkek arkadaşımın bütün bu olanlardan sonra 2. Gün başının etinin yememle birlikte biraz onunla birlikte olabilme şansını elde etmemi sağladı. Tabi müstakbel kayınailemin benim hakkımdaki düşüncelerini yazmama gerek yoktur diye düşünüyorum ve bunu sizlerin hayal gücüne bırakıyorum…

Monday, January 11, 2010

The Length of a Film

Uzun zamandır çok yoğun çalışmaktayım. Önceleri bu konuda çok mutsuzdum sonra alıştım. İnsan nelere alışmıyor. Gerçi duygu sömürüsü yapmama gerek yok bu geçici bir süre. Bitirmem gereken bir proje var. Ben bu dönemi bol bol film izleyerek geçiriyorum.
Güzel filmleri arşivime eklemiş oldum. Ağır ve bağımsız filmler bu aralar izleyemiyorum, bir çok nedeni olabilir. Tercihim izlemesi rahat, kolay ve güzel vakit geçireceğim filmler.

Cuma günü en sevgili kardeşim Pedro Almodóvar son filmini “Los Abrazos Rotos” bulup getirdi. Almodóvar her zaman her daim çok sevdim. Film ile ilgili diyecek bir şey bulamıyorum, yönetmene saygı duyup izlemek lazım. Penélope Cruz ana dilinde oynadığı filmlerde şov yapıyor. Ben buradayım diyor. İşte oyuncu dedirtiyor.



Sabah erkenden uyanıp bir yerde küçük bir kahvaltı ile benim işlerimi halletmek için kardeşimle yollara düşmemiz gerekmekteydi. Bu sırada bir kahve ile afyonumuzu patlatalım derken “The Devil wears Prada” koydum. Filme dalmışız. Açlıktan ölüyoruz ama filmi bitirmek de istiyoruz. Güzel ve eğlenceli film. Lauren Weisberger (kitabının yazarı), bildiğim kadarıyla 3 kitabı var bu tarzda ve üçü de Türkiye’de basıldı yayınlandı. Ben de üçünü alanlardan biriyim. Kapaktaki değişik ayakkabı şekillerinin beni etkilediğini buradan itiraf etmek istemiyorum.




Akşamında ise buaralar çok sevdiğim biriyle “500 Days of Summer” izledik. Güzel film, müzikler mükemmel. Zaten soundtrack ipodumun en nadide albümleri arasında yer almakta. Film izleme fırsatı olmasa bile müzikler tekrar tekrar dinlenmeli. Aşk meşk konularında kafa yormaya gerek yok aslında, her şey filmde çok açık belirtilmiş. This is not a love story. It is a story about love. Sundance film festivalinin özel seçimidir.




Pazar akşamı “Evening” diye bir film seçtim. Yorgunluğumu aldı, duygulandım ve sabah uyandığımda kanepede televizyonun karşısındaydım. İş başı malum....

Sunday, January 10, 2010

2010 FIBA World Championship


Güzel bir haberim daha var. Şahsen bizzat gitmek istiyorum. Bilet satışlarını takip etmekteyim.
Dünya basketbol şampiyonası Türkiye’de olacak:)


The 2010 FIBA World Championship will be hosted by Turkey from August 28 to September 12, 2010!!!



!f istanbul Bağımsız Filmler Festivali




9. !f istanbul AFM Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali 11 Şubat 2010'da başlıyor!




film izlemeyi seviyorum, bağımsız filmleri farklı seviyorum, if film festivalinde bağımsız film izlemeyi en çok seviyorum.




Thursday, January 7, 2010

Düğün Tanımı

Konuk yazar canımın içi Pınarım. Pınar benim için her zaman çok özeldi.Aslında itiraf etmek istiyorum diplomamın elimden alınmamasını umarak mezun olmamı sağlayan insanlardan bir tanesidir. Her şeyden önemlisi hayatımı tamamlayan güzelleştiren insandır.
Yazıdan da anlaşılacağı gibi evlilik hazırlığı içinde. Benim kendisine hiç yardımım dokunmuyor gerçi yardım edilmesi gerekir mi bilmiyorum. Bildiğim bir tek şey var ki çok mutlu, güzel ve eğlenceli bir gelin olacak.


Evlilik hazırlıklarıyla ilgili bir intro istedi Burcum benden… Ben de bir tanımla başlayayım dedim:

Düğün tanımı: Bir arada eğlenmesi imkansız olan insanlar topluluğunu bir araya getirip eğlendirme gayreti

Hâlbuki –bu satırları yazmakta zorlanmamdan anlıyoruz ki- benim düğün konusundaki bilgim ve fikrim herhangi bir romantik-komedi izleyicisininkinden daha kıt. Yıllar boyu beynimize film endüstrisi tarafından işlenmiş olan “evlilik öncesi tatlı heyecan” bende henüz baş gösteremedi ne yazık ki… Benim kafam şu anda daha çok pratik problemler ve lojistik olarak bu işin nasıl yapılacağıyla meşgul… Gelinlik meselesi bir hayalin gerçekleşmesinden çok, bir gerekliliğin ivedilikle yerine getirilmesi şeklinde zuhur buldu bende (son günlerde okuduğum Ayşe Kulin’lerin güzel Türkçem üzerindeki etkilerini hor görmeyiniz rica edeceğim kuzum:)

Hayat “Düğün için yapılması gerekenler” ve “Bugün nasıl yapsak da biraz yayılsak?” arasında bölünmüş durumda. Komik bir şekilde –sanki ÖSS’ye hazırlanıyormuşumcasına– eve gelince film izlersem, rahatlamak & dinlenmek için bir şeyler yaparsam önümdeki zamandan yiyormuşum gibi suçluluk duyuyorum. “Bugün düğün için ne yaptın?” sorusunu bilinçaltımda her gün bir kere kendime soruyorum galiba. Tabii her Türk genci gibi ancak yumurtanın kapıdaki varlığından emin olunca hazırlıklara başladığım için, kendimi böyle bir baskının altında hissediyor olmam da normal sanırım; çuvaldızı kendimize…

İşte böyle sevgili “aslında bunları hiç merak etmiyorduk; biz Burcu’nun yazdıklarını okumak için buralara kadar gelmiştik” okuyucular. Hepinize erkenden başlanmış ve planlı hareket edilmiş organizasyonlar diliyorum. Bir de bu arada oluşabilecek hırçınlıklarınıza hoşgörü gösterecek aile, dost ve yakınlar…

Wednesday, January 6, 2010

Monday, January 4, 2010

Clenching my Teeth




Bazen kendimi tanıyamıyorum. Eskiden başım ağrısa söylenir dururdum, o haldeyken bana bir şey yaptırmak mümkün olmazdı. Bir aydır diş ağrısıyla kıvranıp duruyorum, biliyorum dişim kötü durumda. Sürekli bahanelerle dişçiye gitmeyi erteliyorum. Gece geç saatlere kadar çalıştım artık ağrı son safhasında. Eve gidip yatağa başımı koyunca dişimi o anda kerpetenle ben çekmek istedim. Akşam saatinde doktor bulunmaz zaten arabam da yok. Gece boyunca 4-5 ağrı kesiciyi yuttum ve sürekli ağzımı vodka ile çalkalıyorum. Maalesef çok güzel vodkamı hiç içemeden ziyan etmiş oldum, smirnoff. Acı geçmek bilmiyor, duramıyorum. Bol bol ağrı kesici ve üstüne alkol...evimin fotoğrafını çekseler gazetelerin üçüncü sayfasında intihar eden genç kız diye manşet bile ederlerdi.
Çalışma hayatım boyunca servisin gelmesini hiç bu kadar istememiştim. Planım hazırdı. Servis ile işe oradan da iş yeri güvenliği beni hastaneye götürecekti. Servis geldi, önce hastaneden randevumu aldım,en erken saate buldum. Sonra o hastanede çalışan Walter* msj attım. Her şey yolunda 8.30da hastanede oldum. Walter karşıladı. Sonra noldu anlamadım röntgen falan filan derken benim randevuma başka hastayı aldılar. Saat 9.30 oldu ve ben bekliyorum. Bilincim çok yerinde değil, diş ağrısından dolayı zaten ağlıyorum. Kendimi ifade edemiyorum. Walter işim bitmiştir diye geldi ve beni görünce zaten ona kendimi ifade etmeye gerek durmadan olayı anladı ve doktora direk giderek olayı çözdü ve beni hemen dişçi koltuğuna oturttular. Olan oldu ve dişim gitti. Kıssadan hisse hastanelerde özel de olsa tanıdık birisinin olması şart hatta must!!!

O halle iş yerine gittim. Açlık son safhada, yorgunluk desen anlatılmaz ve bir kaç saat sonra anestezinin geçmesiyle diş çektirenler bilir acı bastırdı. Bu arada sürekli kanamam var. Bu halde gece 23.30 kadar çalıştım.Bazen kendimi tanıyamıyorum. Ben neymişim... şu zamana kadar niye hep söylenmişim en ufak ağrıda
*Walter en sevgili arkadaşlarımdan pınarın nişanlısı. mart civarında düğünleri olacak:)