Monday, February 21, 2011

KÖY EVİM

Büyük çoğunluğumuzun hayatında özellik benim çevremde köy anısı vardır. Köy hayatı bizim için çok uzakta kalmış ulaşılması zor ve özellikle yaşadığım çevrede özlem duyduğumuz doğal çevre olarak nitelendiriyorum. Cumartesi günü çok sevdiğim birkaç önemli arkadaşımla birlikte bir yer keşfettik. Burada zikretmek istemiyorum, ünlü olsun istemiyorum. Hepimiz hayran kaldık, huzur bulduk, mutlu olduk. Bütün zorlukları unuttuk, hayat koşuşturması teriminden bile haberimiz yoktu o anda. İnsan ilişkileri bile değiştir. Sohbetimiz koyuydu, karnımız doyuyordu hem de en lezzetlisinden, keyifler yerindeydi. Köy de belirli bir süre yaşama imkanım olsa sevdiğim birkaç arkadaşımı da alıp yerleşirdim.

ÇOK OKUYAN MI BİLİR...

Bu haftasonu aldığım kitap listem aşağıdaki gibidir. Büyük ihtimalle kendimi eve kapatıp bol bol kitap okuyacağım ve yine kendimle baş başa kalacağım. Acaba sıkılmadım mı kendimden?

İlk sırada Paul Auster – Sunset Park var. Belirli bir sıra yok her kitap bitikten sonra psikolojime göre kitapları seçiyor olacağım.
Paul Auster’ın Sunset Park kitabını okumak için neden size;
Tutkulu bir edebiyat… Yaşadığımız zorlu ve belirsizliklerle dolu çağda, Auster bize aşkın, sanatın ve her şeye rağmen hayatta kalabilmenin mucizesini anlatıyor.
Donna Seaman, Booklist
Auster’dan yine ustalıkla yazılmış bir metin… Sevginin gücüne, kaybetmenin acısına, pişmanlığın ve öfkenin yarattığı dinmek bilmez sızıya dair unutulmayacak bir hikâye.
Jane Ciabattari, New York Times Book Review
Listede de göreceğiniz gibi zamanımda okumam gereken ama okuyamamış olduğum birkaç kitap da mevcut. Bu benim için iyi bir fırsat olarak görüyorum.

Saturday, February 19, 2011

DUST FROM THE PAST

Gülümseyerek güne başlamalı insan. Severek uyanmalı, hayatı sevmeli, insanları, kuşları böcekleri sevmeli. İçinde bir yerlerde birilerine karşı ya da bir şeye karşı sevgi kırıntısı olmalı ki hayatı güzelleşsin. Güzel bir gün, eğlenceli mutlu bir Cumartesi olsun...


Bugün ki planım en sevgili kardeşim kalkabilirse sahilde yürüyüş hala saat kaç oldu uyandıramadım. Hatta “…Now it's Istanbul, not Constantinople…” şarkısını da dinlemeye başladım ama nafile. Bu arada bu şarkı ne alaka diyeceksiniz, Mona Lisa Smile filminde düğün sahnesinde çalıyorlardı ve çok hoşuma gitti tekrardan.
O kadar kahve seminerine katılan ben hala evime bir french press mevcut değil. Bugün temin edeceğim.

Ayrıca dün üç Ankaralı “Aşk Tesadüfleri Sever” filmine gittik. Ankara da geçen sahnelerde içim cız etti. Hepsi bildiğim, gittiğim hayatımın en büyük bölümünün geçtiği yer. Film de Belçim Bilgin midir neyse o oynamasa ve gerçekten hissettiren biri oynasaydı çok güzel bir film olabilirdi. Bir oyunculuğun filmi ne kadar alt seviyelere çektiğinin örneği. Her şeye rağmen anneler ve babalar mükemmel, fotoğraflar mükemmel, görüntüler mükemmel. Ankara mükemmel bir tek ne alaka gençlik parkı demek istiyorum. Ulus iyi güzel de çıkrıkçılar yokuşu ya da kale tarafı olsa daha mantıklı olacaktı.

Filmde yaşadığım tesadüflerde çok ilginçti. Nasıl anlatılır bilmiyorum ama kısacası filmin konusunu bilmeden gittim girdim. Mehmet Günsur oynadığı karakteri zamanında çok takip etmişliğim var fotoğrafları da. Yatağın başucundaki fotoğraf bir zamanlar benim de yatağımın başucundaydı.


Friday, February 18, 2011

İSTEYENİN Bİ YÜZÜ...

Ben de uzun elbise istiyorum. Bulamazsam diktirsem de olur. Bu post birilerine duyurulurJ

  

Thursday, February 17, 2011

UMBRA AQUALA BATHTUB

Yavaş yavaş sularımızın azaldığı ve 30yıl sonra Türkiye’de tespitlere göre su kalmayacağı öne sürülürse ne kadar mantıklı bilmiyorum ama hazır suyumuz varken ve keyfimize bakalım dersek MÜKEMMEL değil miiii…


Wednesday, February 16, 2011

HOLLYWOOD IS A PLACE WHERE...

Sıcacık evimde, pijamalar üstümde, battaniye altında, mis kahvem ile birlikte izleyeceğim film listem;

Bu soğuklarda ve stresli bekleme döneminde yapılacak daha güzel bir aktivite aklıma gelmiyor. hayata gülümsemeye devam;)




"Hollywood is a place where they'll pay you a thousand dollars for a kiss and fifty cents for your soul." Marilyn Monroe
Bu filmi de edindim ama yukardaki listeden sıra gelir de izlenir mi bilemedim?

Friday, February 4, 2011

BIUTIFUL BIR HAYAT


Yönetmen Alejandro González Iñárritu bu mükemmel filmin sonunda önümüze gelen “yaşlı ve güzel meşe ağacım” dediği babasına adamış. Eminim herkesin aklına Nuri Bilge Ceylan’ın Cannes Film Festivalindeki konuşması gelmiştir.

İnsanın ölümle yüzleşmesi ve bu gerçekle baş etmeye çalışmasının hikayesi. Javier Bardem için daha ne denebilir ki? Olağan dışı oyunculuk…

Ayrıca yönetmen içinde daha güzel filmler çeviremezdin herhâlde demek istiyorum (Amores Perros (2000), 21 grams (2003), Babel (2006), Biutiful (2010)…v.s.) Hepsini izlemiş biri olarak şunu diyebilirim ki yönetmen için biutiful hayat diye bir kavram yok.

SHE USED TO BE...

Hayranıyım…


Neler oluyor oralarda?

İnsanın kendine gelmesi ne kadar sürer? Vırt hayatı, zırt hayatı istediği doğrultuda gitmiyorsa ne yapmalı? Bir de üstüne hasta olmuşsa ve sıcacık evinde yatıp dinlenme gibi bir lüks yoksa? Dün 11 saatlik uykudan sonra biraz olsun kendime gelebildim ve hayata gülümsüyordum. Kendime ayıracak çok zaman var artık…yapsam yapsam ne yapsam acep? “Aaaa…bunu yapıyım aaa bunu da yapıyım hatta bi de bunu yaparsam ne güzel olur”, şeklinde konuşmalar bir anda yüzümü güldürdü. Uzun zamandır konuşmadığım birkaç arkadaşımı da aradım. Onları ihmal etmiştim maalesef. Şimdi hem arkadaşlarıma vakit ayırabileceğim ve daha da önemlisi kendime vakit ayıracağım galiba. Yapılması gereken sadece hayata gülümseyerek başlamak. Hiç gerek yok eve kapanmaya.


Sabahları servise binmenin avantajları ve dezavantajları;
Dezavantajlarını bilmem ama servis sayesinde birincisi İstanbul trafiği çekmiyorum ikincisi de kitap okuyorum. İşte size bir dezavantaj: işe gelince moralim bozuluyor, kitabımı bırakmak istemiyorum elimden. Gerçekten servisle gitmeyi bu kadar sevebilirim. Bir an önce zaman gelse de servise binip kitabımı okuyabilsem….

Bu sabah arkamdan “bik bik bik…cak cak cak…tak tak tak” bir ses ve bir türlü susmuyor. Kitabımı okuyamıyorum, rahatsız edici sesten dolayı yavaş yavaş sinirlenmeye başladı. Kitap okumayı bırak sürekli saçma sapan bir sesin beynimden geldiğini düşünmeye başladım. Arkama dönüp “ses sizden mi geliyor?” demem yeterli oldu. Moralimi yine de bozamadı;)