Thursday, August 2, 2012

Home Office

Duygu ve düşüncelerimi yeterince anlattım galiba:)



Wednesday, August 1, 2012

Hallejulah, It's raining men


Bu aralar hiç sevmediğim ama farklı bir alternatifim olmaması nedeniyle ido deniz otobüsüyle yolculuk yaparken tam yanımda oturan bir annecik ve yavrusuna istemeden kulak misafiri oldum.  Yavrusu soruyordu “anne, yağmur nasıl yağıyor, nereden geliyor, neden yağıyor?” Heyecanlandım, ne cevap vereceğini merakla bekledim. Düşündüm cevap kolay değil ama evde yemek yapıyordur, tencerelerden biraz görmüştür. Bulutları tahmin eder, ama anlatamaz heralde diye düşündüm. Sonra dedim, eve gidince birlikte internetten araştırırlar. Ben galiba Türk halkından çok şey bekliyorum:) Annecik dedi ki “Allah yağdırtıyor, ne zaman ve nereye o karar veriyor.” Nokta. Ağzım açık kaldı. Bu cümleyi söyleyeceği hiç aklıma gelmemişti. Bu kadar işi Allah’a bırakmasak olmaz mı diye düşündüm.
Az buçuk bilgimle çocuğa anlatsam mı diye düşündüm, bi yerden başlarım diye düşündüm ama sonra kulaklığımı taktım, kitabıma yani kendi dünyama dönüş yaptım.

IDO Deniz otobüsleriyle ilgili geçen sene 7 tl aldığım Kartal – Yalova seferini 16 TL aldığım zaman iş yerine aldığım bileti götürüp ben de bu oranda zam istiyorum demek istedim. İyi hadi özelleştirdiniz ama bizim nasıl bir suçumuz var. Benim gariban maaşım bu kadar zam almıyor.




Burayı çok özlemişim. :)  

Monday, March 12, 2012

flip flops are NOT what to wear!



Biraz önce kaybettiğim havanianas bir tane aldım. Brikenstock yerine geçemez ama bunların kullanım alanları da farklı. İhtiyaç var


Thursday, March 8, 2012

Vacation used to be a luxury, however, in today's world, it has become a necessity.


Bu aralar 4 günlük bir yerlere kaçma planları yapıyorum. Ege tarafları özellikle Bozcaada/Kazdağı arasında gidip geliyorum. Bir insan bu kadar mı karasız olur, bir şeye karar veriyorum, sonra bi maliyet hesaplaması yapıyorum, evdeki hesap çarşıya uymuyor. Diyorum ki ben bu paralarla dünyanın hemen hemen her yerine giderim. Bu sefer yurtdışı uçak biletlerini araştırmaya başlıyorum ama başka yerlerde tıkanıyorum. Tıkanmamın nedeni tamamen bi şeye karar veremiyor olmam. Arabayla Bozcaada’ya gitmek bir günlüğüne de Kazdağı’nda konaklamak ne güzel olurdu. Her şey bu kadar pahalı mı olmak zorunda. Hem fiyatları uygun olsun istiyorum hem de çok şirin güzel yerlerde kalmak istiyorum. Acaba vize sürem ne kadar kaldı. Ha bitti bitecek… Bittiyse Bozcaada-Kazdağı arasında gidip gelebilirim. Aaa Kaş’a mı gitsem acaba. Uçak biletlerine ben bi bakayım… Ya da Paris gitsem, ne güzel olur ama o kadar kalabalığı da hiç sevmiyorum. Aaa ben Portekiz’e hiç gitmedim. En iyisi oralara gitmek ama 4 gün oralara gitmek için değmez… Ay ben ne yapacağımmmmm

p.s: aklımdan bunlar geçerken Woody Allen’ın mükemmel filmi Midnight in Paris aklıma geldi.



DON'T DISTURB


Bu aralar kedi gibiyim. Yanlış anlamaya mahal vermemek adına hemen konuyu açıyorum. Eve gelir gelmez iş kıyafetlerimden kurtuluyorum, ayıcıklı pijamalarımı giyip, kendime atıştırmak için bir şeyler alıp kaloriferin altına geçiyorum ve orada mayışıyorum, evdeki favori yerim kalorifer& kırmızı minderim oldu. Sıcacık rahat yerimde mutlu mesut ve huzurlu oluyorum. Kedi demek aslında haksızlık olur ben artık garfield’immmm… Bu konuda da hiç mutsuz değil. Sırtımı kaloriferi dayayıp o sıcaklığı aldıktan sonra hiç bi yere gidesim gelmiyor. Aslında bunlar anlatılmaz yaşanır.

Bu kadar haksızlık yapmamam lazım kendime, bugün yüz milyon mil uzaklıkta yaşayan en sevgili arkadaşıma bir mail attım. Gerçekten güzel bir fikir sundum. Kendi işimizi yapabiliriz, gerçi bizim gibi garfield’lardan zor çıkar kendi işimizi çıkartmak. Kolları sıvamamız lazım. Gerçekten yapabilirsek çok güzel işler çıkartabileceğimize inanıyorum. Yatırım için belirli bir sermaye de lazım. O konuda da sıkıntılar yaşayacağız galiba:)

Onun dışında yapmak istediğim bir diğer iş minicik ufacık huzur dolu havasının güzel olduğu, denizi olan, güzel zeytinyağların bulunacağı güzel bir yerde butik otel açmak. 7-8odalı bi yer yeter de artar. Orayı işletmek ne güzel olurdu. Sabahları kalkar güzel uzun sağlıklı kahvaltımı yaparım ve güne güzel başlarım. Artık sabahları kalkarken zorlanıyor muyum neyim? Benim gibi sabah erken kalkmayı seven bi insan zorlanırsa, diğer insanların durumunu düşünmek istemiyorum.

Bunları yazmamın bir nedeni de milli piyango aldım. Çıkması durumunda aklımda olan her iki işi de yapacağım.

Bugün ne yapıyorum, çok sevgili başka bir arkadaşımla pilates gideceğim ama Cuma annem geliyor evimi toparlamam lazım, mutfağa kahvaltı malzemeleri almam lazım. Hepsini bugün için de halletmem lazım. 

Bunların dışında 8 Mart kadınlar gününü kutluyorum…

Friday, January 6, 2012

INCALCULABILITY

Deney yapmışlar ve görmüşler ki aslında başımıza ne geleceğini bilmediğimizde ya da emin olamadığımızda huzursuz oluyoruz. Kötü bir şey geleceğine emin olursak huzursuzluğumuz ortadan kalkıyor. Derhal yeni duruma alışıyoruz. Standardımızı düşürüyoruz, yeni koşullara adapte oluyoruz. Bir grup insana bir hastalığa karşı genetik yatkınlık testi yapmışlar, test sonucu kötü çıkanlar, sonucunu öğrenemeyenlerden daha mutlu çıkmış. ÖSSde kazanamadığını öğrenmek, acaba kazandım mı / kazanamadım mı sorgulamasından daha mutluluk verici anlaşılan.

Beynimiz öyle bir yapı ki her durumda mutlu olmanın bir yolunu buluyor. Konferanstaki örnekler daha da ilginç. Bir adam düşünün, piyangoda büyük ikramiye kazanmış. Bir başkası felç olmuş. Bir yıl sonra mutluluk değerleri eşit çıkıyor. Alışıyorlar. Ama kendini kandırma gibi değil, gerçekten mutlu olmuşlar.

Başka bir deneyde senden iki tablodan birini seçmen ve eve götürmen bekleniyor. 15 gün sonra geri getiriyorsun ve ortaya çıkıyor ki sahip olduğunu daha çok, sahip olmadığını daha az sevmeye başlamışsın. Bunun hafıza sorunu olan hastalarla tekrarlamışlar (sahip olduğunun hangisi olduğunu bilmeyen, hatırlamayan) sonuç aynı çıkmış. Beyin seçtiğini daha çok seviyor. Şu durumda sevdiğini elde edemezsen, elde ettiğini sev meğer ne akıllıca bir tavsiyeymiş diyebiliriz...

Daha ilginci, yine öğrencilerle bir deney daha yapmışlar. Onlardan iki fotoğraftan birini seçmelerini istemişler. Birinci gruba, istediğiniz an fikrinizi değiştirebilirsiniz demişler. Diğer gruba karar verin, öteki resmi uzaklara yollayacağız demişler. Bir süre sonra, birinci grubun huzursuzlandığı, akıllarının diğer resimde kaldığı, buna rağmen ikinci grubun ellerindeki resmi çok daha fazla sevdiği ortaya çıkmış.

Yani sonuç... Fazla seçenek mutsuz eder. Özgür irade, karar değiştirebilme yetisi, fazla olasılık bizi mutsuz eden şeyler. Koyunlardan öğreneceklerimiz var. Hep o mutlu bakışın sırrını merak etmiştim:)

İnsanın hayatında çooook büyük olduğunu sandığı ama aslında oldukça önemsiz kararlar var. Üniversite seçmek mesela. Ben düşünüp durmuştum, o mu, bu mu, hangi il, hangisi? Annem sürekli, düşünme, ne seçersen seç onu seveceksin nasılsa demişti. Çok saçma gelirdi, tuhaf gelirdi. Gözüken o ki beynimizin çalışma prensibini, mutluluğun anahtarını bulmuş çoktan. Deneysiz meneysiz hem de.

Gerçekten de diyelim fizik istiyorsunuz, kimya kazandınız. Zamanla kimya aslında çok daha iyiye ikna olacaksınız. Hem de ulaşamadığı ciğer sendromu değilmiş bu.

Yani seçenekler arasında öyle ahım şahım fark yok. Bunu öğreneli beri sevgiliyi çıldırtıyorum. Öğlen yemeğe gidelim, nereye gidelim diyor, ben farketmez, nasılsa hepsinde mutlu olacağız diyorum:) Rastgele seçiyoruz.

Tabi amaç mutluluk mu? Bence değil. Hayatın amacı mutlu olmak ve mümkün olan en fazla hazzı elde etmek değildir. Bu ayrı bir konu.

Ama mutsuzsanız yapılacak ilk adım, hayattaki belirsiz noktaları iyi-kötü bir sonuca bağlamak. Belli olsun ve onunla yaşamaya alışın. Hayat kısa.




AN AGENDA OF DOMINANCE

Hala iş yerinde 2012 ajandası dağıtılmadı, inanamıyorummmm… ;) Ajandam olmayınca çalışasım da gelmiyor, her şeyi not almam, to-do list oluşturmam gerekir ama bir ajandam olmadığı için hiç bi şey yapasım gelmiyor. Acaba bu hissimin bugünün Cuma olmasından kaynaklanıyor olabilir mi?

Güzel, eğlenceli, mutlu ve huzurlu bir haftasonu geçirmek dileğiyle...

OFF-BALANCE

Hayatta bazı kararlar almak beni çok rahatlatıyor. Sevmiyorum öyle arafta kalmayı. Mutlaka acil bir şekilde öyle ya da böyle karar vermem lazım. Bekleyemiyorum, sabırsızım bir nevi. Aynı zamanda bi insan ne kadar kararsızsa ben de o kadar kararsızım. Daha fazlası olamaz. Terazi burcu işte, ortamda dengeyi sağlayıp kendi içinde kararsızlıklar silsilesi… zaten dalga geçerim yürürken “adımımı atsaaaammm mııı atmasam mııııı….” Yine de kendimi bu aralar geliştirdim:) Kararlarımı hızlı bir şekilde alıyorum ve böyle daha mutlu ve huzurluyum.  


Wednesday, January 4, 2012

CHEERS TO A NEW YEAR

Vakit geldi artık… Yeni yıla girdik ve hatta 4 gün geçti üzerinden. Yeni dilekler, hedefler ve umutlar var herkesin. Olmazsa olmaz. Bence insanı mutlu eden bu hedefler. Dileklerim kimseninkisinden farklı değil, bildiğimiz dilekler. Onun mutlu olması, bunun mutlu olması, şunun mutlu olması…blabla  bla

Yeni yıla güzel başladımJ Bol bol tatil yapmak, sürekli bir yerlere gitmek istiyorum. Görmediğim yerleri görmek istiyorum, farklı faklı bol bol ülkelere ayak basmak, oralarda gezinmek sokaklarında kaybolmak istiyorum. Biliyorum bunları yapmam çok zor değil. Sadece biraz daha fazla para kazanmam lazım. O yüzden işimde de çok başarılı olmak istiyorum, bol paralar kazanıp çok güzel yerlerde çok güzel yemekler istiyorum. Hiç hayatımda hırslı bir insan olmadım ama bu en önemli dileğimi amacımı yerine getirebilmek için işimde gücümde başarılı olmam lazımJ Hahaha çok güldüm kendime..

Güne güzel başlamanın bir püf noktası, mis gibi yeni demlenmiş çay. Bardağımı bana starbucks kahve eğitimine gittiğim zaman hediye etmişlerdi. Yılbaşı kapsamında bu bardaklar bol bol satılmıştır.


Yeni yılda kendime aldığım hediyeler. Ben bu kadar küçük şeylerle nasıl bu kadar mutlu olabiliyorum?

Cambridge Satchel Bag, hem de en yeşilindenJ




Toms, çooook güzeller...




Bayılıyorummm....